26 Aralık 2012 Çarşamba

Matiz Amca


Size Matiz Amca'dan bahsetmek isterim. Kendisiyle birkaç ay önce tanıştım. Küçükçekmece'de taş köprü üzerinde göle ekmek atıyordu Matiz. Ben ise trenden inip bir sonraki trene binmeseydim belki de hiç karşılaşamayacaktım onunla. Trenden indim çünkü yazın sıcağında bir ramazan günü hani 'iğne atsan yere düşmez' deyimini ispatlamak için doluşmuştu insanlar sanki trene. Değil iğne düşmesi üç kişiye bir atom oksijen düşmüyordu. Sanki tüm bunlar benim Matiz'le tanışmam içindi o yüzden trendeki her bir ferde teşekkür ederim.
İnsan hikâyelerini severim ya da onlar beni bulur ve bu buluşma çok sık olduğu için bu durumu sevmeye başlamışta olablirim. Eminim siz de seveceksiniz Matiz'i..
Trenden indikten sonra taş köprüye doğru yürümeye başladım. Küçükçekmece manzarası oldum olası küçük takaları ve balıkçılarıyla Emrah Serbes'in dediği gibi "vasıfsız keder" belki biraz da mutluluk veriri bana. Güzel manzaralar karşısında biz hep hüzünleniriz zira.
Taş köprü üzerinde manzaraya dalmak üzereyken köprünün başında göle eğilmiş olan 70 yaşlarında şık giyinimli bir bey bana dönüp:
- "Balıklar, balıklar ekmeği kapışıyorlar." dedi. Eğildim göle baktım. O konuşmasına devam etti.
- "Bende onları izliyorum."
göle baktım bakmasına ama yemyeşil göl üzerinde sadece parçalanmış ekmekler vardı hiç balık yoktu.
+ "Ama ben balık göremiyorum." dedim.
Yüzündeki kırışıklıklar donuklaştı: - "Belki de hiç balık yoktur."
+ "Balıkları izliyorum dediniz?"
- "Evet izliyorum ama göremiyorum." Öylesine ciddiydi ki gülümsemekle yetindim. Bazen her şeyi olduğu gibi kabul etmek gerekir.
Sonra bana adımı sordu, söyledim. Kendimden bahsetmek yerine karşımdaki bu adamın tüm hikayesini dinlemek istiyordum.
Adını sordum: "İsmet" dedi. Bedensten'de (Kapalıçarşı) yıllarca çalışmış İsmet Amca. Önce uzun uzun bedestenin ne olduğunu açıkladı bana. Sonra Kapalıçarşı'da başına gelenleri, dostlarını... sonra + "Hiç çocuğun var mı?" dedim. -"Karım öldü." dedi "Birkaç yıl önce.."
Sustu, sustuk.
- "Senden bir şey istesem yapar mısın?" dedi.
+ "Yapabileceğim bir şey mi?" dedim.
Ayaklarının arasında duran market poşetinden şarap şişesi çıkardı. "Bunu açtırır mısın?" dedi. Gittim, açtırdım,
 getirdim.
"Yürekli kızsın." dedi, eyvallah çektik. Alkol bağımlılarının ramazan aylarında değişik bir mistik yapıları oluyor diye düşündüm.
O andan itibaren ona haddim olmayarak "Matiz Amca" demeyi uygun gördüm. O da sevdi sanırım ya da umursamadı, bilmiyorum. 
Görünen o ki yalnız bir adamdı Matiz sohbetine dost arıyordu belli ki. Küçükçekmece'de güneş göle gömülüyordu.
"İki çocuğum var" dedi. "Onlarla tanıştırsam seni de utansalar hallerinden."
Bu gibi durumlarda teselli etmesini beceremem pek de sevmem.yudum alıyordu şarabından.
Ramazan ayında olduğumuzu unutarak sorma gafletinde bulundum: "Neden çekiniyorsun?"
Di mi? Şimdi git camiye herkes oradadır tıka basa doludur ama meyhane öyle mi?" dedi.
Güldüm, kaybedenler kulübünde yalnız olmadığımızı hatırlamak her zaman güzeldir çünkü.
Hayallerini anlattı Matiz, gitmek istiyordu "şimdi bir başka yakada olmak vardı" diyerek.
Hazır gitmek demişken vedalaşma vaktinin geldiğini hatırladım.
Ve kendisine akşamın şerefine bi' dörtlük patlattım Hayyam'dan:
"Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş
Şu durmadan kurulup dağılan evrende 
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!" 
+ "Hayyam'ı bilir misin?"
Kaldırdı şarap şişesini Küçükçekmece manzarasına bastı kahkahayı Matiz
"Hayyam" dedi "Hayyam işte bu şişenin içinde."
En güzel vedalar böyle olsun dedim içimden.
İncelikler şairi Gülten Akın'ın dediği gibi: "Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya" Keşke durup anlasa!
                                                                                              2011 - İstanbul.